Çanakkale Kara Harekatı-2


İtalya ile Anlaşma

Yunanistan'ı savaşa sürüklemeye muvaffak olamayan İngiltere ve Fransa, İtalya’yı kazanmak için çalışmalarını artırdılar. Savaş başlangıcında İtalya tarafsızlığını duyurmuştu (2 Ağustos 1914). Gerçi İtalya'nın Almanya ve Avusturya ile bir dostluk antlaşması vardı. Fakat bunun koşulları savaşa girmesini gerektirmiyordu. Kaldı ki kamuoyu da savaşa girilmesinden yana değildi. Her şeyden Önce İtalyan ordusu henüz büyük bir savaşa girecek durumda bulunmuyordu. Trablusgarp Savaşı'nda güçsüzlüğü anlaşılmıştı. Uzun sürecek bir savaş için yoksun bulunduğu savaş araç ve gereçlerini sağlayacak savaş endüstrisi de İtalya'da gelişmemişti. Bütün bunlardan başka İtalya, Akdeniz'de Fransa ve İngiltere'ye karşı savaşmakla bir kazanç sağlamak ümidini de beslemiyordu.
İtalya'nın ulusal birliğinin tamamlanması, güvenliğinin sağlanması, sömürge imparatorluğunun genişlemesi, Antlaşma Devletlerinden çok Uzlaşma Devletleri safında bulunmasını gerektirmekteydi, italyan çoğunluğunun oturduğu Adriyatik üzerindeki Trento ve Triesete bölgesi Avusturya - Macaristan İmparatorluğu'nun hakimiyeti altında bulunuyordu, İtalya, çizmesinin güvenliği için Istry, Fiume ve Dalmaçyayı'da jeolojik, coğrafya ve tarihsel nedenlere dayanarak istiyordu. Balkanlarda da Avusturya'nın yayılmasına karşıttı. Emperyalist emellerinin yayılma alanı Doğu Akdeniz'di. Oniki Ada üzerinde ve Güney Anadolu'da egemenliğinin ve nüfuzunun tanınmasını istiyordu. Üçlü Antlaşma Devletleri'nin yenilmesi ve Afrika'daki Alman sömürgelerinin paylaşılması halinde kendisine düşecek hisse karşılığında Trablusgarp ve Somali yönünden imparatorluğun şuurlarını genişletmek olanağı vardı.
Bu istekler Üçlü Uzlaşma Devletlerini, özellikle Rusya'yı kuşkulandırmıyor değildi. Fakat ortada henüz alınmış, yenilmiş bir şey yoktu. Kaldı ki istenen toprakların hiçbirisi doğrudan doğruya kendisinde değildi. Bu nedenledir ki, Londra'da başlayan görüşmeler, hararetli pazarlıklardan sonra Fiume dışında kalan İtalyan isteklerinin genellikle kabul edilmesiyle ve Londra Antlaşması'nın imzalanmasıyla sonuçlandı.
Londra Antlaşması
Londra Antlaşması 25 Nisan 1915'te, yani Fransız ve İngiliz kuvvetlerinin Gelibolu ya çıkarıldığı gün imzalandı. Bu antlaşmanın Osmanlı imparatorluğu ile ilgili hükümleri şu suretle özetlenebilir:
''Trablusgarp üzerinde Padişah'ın sahip olmaya devam ettiği hak ve imtiyazlar İtalyanlara geçecek, 12 Ada üzerinde de İtalyanların egemenliği tanınacaktır (Madde 8,10).
Üçlü Antlaşma Devletleri, İtalya'nın Akdeniz'in siyasal dengesi ile ilgili olduğunu onaylarlar. Türkiye'nin Asya'daki topraklarının paylaşılması halinde İtalyanların Antalya iline yakın olan Akdeniz bölgesinden hakkınca bir pay almasını genel olarak kabul ederler.
Bu savaş sırasında uzlaşma devletleri yukarıda söz konusu toprakları işgal ederlerse yine yukarıda sözü geçen İtalyan hissesi ayrılacak ve İtalyanların buraya yerleşme hakkı olacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğü devam ettiği ve bu topraklar üzerinde büyük devletlerin çıkar bölgelerinde değişiklik yapıldığı takdirde, italyan çıkarları da göz önünde tutulacaktır."
italya Londra Antlaşması ile kendisine tanınan hakları çantada keklik bilerek 20 Ağustos'ta Osmanlı Devleti'ne savaş açacaktır.
Ermeni AyaklanmasıUzlaşma Devletlerinin Gelibolu Yarımadasına çıkarma yapacakları günlerde, Doğu Anadolu da Ermenilerin ayaklanması acaba ne anlam taşır? Bu bir rastlantı mıdır? Yoksa İngiltere'nin ve Rusya'nın ustaca bir tertibi mi... Bilindiği gibi, Ermeni sorunu "Şark Meselesi'nin bir bölümüdür. Çeşitli aşamaları vardır. Birinci Dünya Savaşı'nda bu sorun yeni bir karakter kazanmıştır. Ermeniler için Osmanlı egemenliğinden kurtulma anlamını taşır. Üçlü Uzlaşma Devletleri için Ermenileri kullanarak bir savaş yaratmak ve Türkleri arkadan vurmaktan başka bir anlam taşımaz. Türklere göre ise Ermeni ayaklanmaları, devletin varlığını tehlikeye düşüren, bastırılması bir nefis savunması zorunluğu yaratan niteliktedir.
Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine Rus Çarı Rus Er-menilerine hitaplı bir bildiri yayınlamıştı. Bu bildiride harekete geçme zamanının gelmiş olduğunu işaret eden Çar, şöyle demekteydi: "Geleneksel bağlılıklar bu önemli günlerde de üzerinize düşen görevi yerine getireceğinizin garantisidir". Bu sırada Ermeni İhtilal Komiteleri de savaş amaçlarını açığa vuruyorlardı. Taşnakitsyun Komitesi, Rus Ermenilerinin Osmanlı Ermenileri için savaşacağını açıklıyordu483. Hınçak Komitesi'nin Paris Merkezi, Osmanlı Ermenileri ile ilgili karar suretini "Yaşasın Ermenistan" diye bitiriyordu.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ermeni komiteleri liderleri ise ittihat ve Terakki Hükümeti'nin savaşta işbirliği yapmak konusundaki önerisini açıkça reddediyorlardı. Komitelerin denetimi altında bulunan Osmanlı Ermenileri, isteseler de istemeseler de devlete karşı ayaklanmak durumundaydılar. Ermeni komiteleri yurdun çeşitli bölgelerinde ufak çapta çete olayları düzenlemekle işe başladılar. Büyük ve sistemli hareketler için ise İngiltere ve Rusya'nın emrini beklemekteydiler. Nisan ortalarında (1915) Gelibolu'ya asker çıkartılmasından on gün önce bu emir verildi.
Nisan'ın 15'inde Van'da, ayrıca 17'sinde Sason'da, 18'inde Bitlis'te Ermeniler ayaklandılar. Sason'da memur ve jandarmalar Öldürüldü. 20 Nisan günü Van'ın içinde büyük Ermeni ayaklanması başladı. Ermeniler karakollara ve Türk evlerine saldırdılar. Banka ve Düyun-i Umumiyye Dairesi, Postahane gibi binaları yaktılar.
Ayaklanma bastırılamadı. Rusların Ermenilerle bağıntı kurup beraber hareket etmeleri, Gelibolu'ya çıkartma yapılması, Türklerin durumunu çok güçleştirmiş bulunuyordu. Uzlaşmacı devletlerin de zaten Ermenilerden beklediği bu idi. 16/17 Nisan gecesi Van Rusların eline geçti. Van bundan sonra birkaç kez Türklerle Ermeniler ve onları destekleyen Ruslar arasında el değiştirdi.
Ermeni ayaklanmalarının yurdun güvenliğini tehlikeye düşüren bir düzeye yükselmesi karşısında hükümetçe tedbir alınması gerekti. Mayıs sonlarında Dahiliye Nezareti'nin önerisi üzerine çıkarılan bir kararname ile savaş bölgeleri dolaylarında oturan Ermenilerin düşman ile işbirliği yaparak Türk ordusuna karşı koymalarını, halka saldırıp cinayetler işleyip yağmalar yapmalarını önlemek amacıyla bir kısım Ermenilerin savaş yerlerinden uzaklaştırılması uygun görülmüştü. Bu suretle Van, Bitlis ve Erzurum vilayetleri ile Güneydoğu Anadolu vilayetleri ve sancak merkezlerinin dışında kalan bölgelerden ve özellikle köylerden alınan Ermeniler, Halep ve Suriye vilayetlerinin bazı bölgelerine zorunlu göçe tabi tutulmuşlardı486. Sözü geçen kararnamede köy ve kasabalardan göçtürülen Ermenilerin mal ve can güvenliklerinin sağlanması, yolculuklarının kolay geçmesi ve gönderildikleri yerlerde yerleştirilmelerine itina gösterilmesi de önemle belirtilmişti487. Şurası da işaret edilmelidir ki, zorunlu göç bütün Ermenilere uygulanmamıştır. Tercan, Eğin, Samsun, Adana'daki Ermeniler zorunlu göç dışında tutulmuşlardı. İstanbul'da ise 77.835 Ermeni'den ancak 235'i ayaklanma nedeniyle tutuklanmıştır, İzmir'e gelince 20.000 Ermeni'den sürgüne gönderilen olmamıştır.
Zorunlu göç nedeniyle bazı bölgelerde Ermenilerin silahlı direnmesi yüzünden olaylar çıkmış, yollarda asayişsizlik ve hastalık sebebiyle kayıplar olmuştur. Fakat Talat Paşa'nın da dediği gibi, bu söylentilerde son derece abartmalar olmuştur. Türkleri az tanıyan batı kamuoyu, onlara karşı kışkırtılmak istenmiştir. Sürgün olayına soykırım görüntüsü verilmiştir. Yayınlarda bu iddialara yer vermek suretiyle dünya gürültüye boğulmuştur.



Rum ve Ermenilerin yayınları yanında İngiliz propaganda servisi tarafından yapılmış olan yayınlar özellikle dikkat çekicidir. Bunlar arasında en önemlisi 1916 yılında Osmanlı Imparatorluğu'nda, 1915-16 yıllarında Ermenilere yapılan muamele üzerinedir. Bu yapıtın ilk kez 1916 yılında basılmış olması manalıdır. Bir yıl önce anlaşma devletleri kara ordularının Gelibolu Yarımadası üzerinden İstanbul'a yürümeleri girişimi bozgunla sonuçlanmıştı. Daha sonra bir İngiliz ordusu Kutul Amara'da esir edilmişti. Bütün bunlardan önemli olan Alman denizaltılarıyla İngiltere'yi abluka altına alma işlemi başlamıştı. İngiltere için Amerika'yı savaşa sokmak bir hayat sorunu olmuştu. Amerikan kamuoyunu bu doğrultuda etkilemek için Amerikan idealizmini araç gibi kullanmak gerekiyordu. İngiltere bu bakımdan Ermeni soykırımı efsanesini uydurup propagandası için maharetle kullanmıştır. İngiliz propagandasının olmamışı olmuş gibi gösteren veyahut olayları bire on ölçüsünde şişirip yayan mahareti, harp sonrasında ve özellikle ikinci Dünya Savaşı arifesinde açıklanmıştır489. Ne var ki, savaş sırasında insanların çok duygulu olmaları dolayısıyla bu propaganda, etkisini yapmıştı, izlerini silmekse kolay olmayacaktır.



Türklerin Savunma Hazırlıkları
18 Mart Zaferi Türk kamuoyunun moralini yükseltmişti. Ne var ki gelecek için kuşku, sürüp gitmekteydi. Bir atalarsözü "Türk gibi başlamak, İngiliz gibi bitirmek" demektedir. Türk Genelkurmayı'nda İngilizlerin Çanakkale üzerinde yeni bir girişimde bulunacakları düşüncesi egemendi. Ordunun haber alma servislerine gelen bilgiler de bu düşünceyi kuvvetlendirmekteydi. Atina'dan gelen haberler İngiliz subaylarının Yunanlılardan peşin para ile mavuna, salapurya ve iskele yapmaya elverişli araçlar satın almakta olduğunu anlatıyordu. Mısır'da ve Kahire'de de önemli sayıda İngiliz kuvvetlerinin devamlı olarak talim gördükleri, 18 Mart'tan sonra da Midilli ve İmroz'da yığınaklar yapıldığı öğrenilmişti. Başkent'te Çanakkale'ye bir çıkartma yapılacağı ve bu kez İstanbul üzerine karadan yürüneceği kesinlikle ön görülüyordu. Dolayısıyla Çanakkale'yi savunmak için yeni tedbirlere başvuruldu.
Bu tedbirlerden ilki Çanakkale'yi savunmakla görevli V. Ordu'nun kurulmasıydı. 18 Mart zaferinden bir hafta sonra, bu ordunun komutanlığına atanan Liman Paşa (Liman von Sandres) 25 Mart akşamı İstanbul'dan hareketle 26 Mart sabahı Gelibolu'daki karargahına gelip, ordunun komutasını eline aldı. V. Ordu bu sırada iki kolorduyu kapsamaktaydı. Bunlar 3. ve 2. Kolordulardı (sonradan bunlara 15. Kolordu eklenmiştir). 3. Kolordu 7, 9 ve 19 sayılı tümenlerden; 2 Kolordu 4. ve 5. tümenlerden, sonradan kurulduğu işaret edilen 15. Kolordu ise 3 ve 11. tümenlerden kurulmuştu. (Bir tümen 9-12 tabur, bir tabur ise 800 ile 1000 kişiyi kapsamaktadır).
Kuvvetlerin Dağılımı
Liman Paşa'nın bu kuvvetleri elverişli bir surette kullanması için herşeyden önce düşmanın çıkarma yapabileceği yeri veya yerleri gidermesi gerekiyordu. Teknik bakımdan Boğazın iki tarafındaki kıyılara çıkartma yapılması olanaksız değildi. Fakat önemli olan düşmanın netice almak üzere büyük kuvvetler çıkarabileceği bölgeyi bulmaktı. Bu konuda Liman Paşa duraksamalar geçirdi. Boğazın iki yanına çıkartma yapma olanağı vardı.  Sahillerin uzunluğu çıkartmada güçlü donanmanın oynayacağı rol açısından dikkatin bir tek noktaya toplanmasını engelliyordu. Sonunda şu bölgeleri, çıkartmayı mümkün gördüğü bölgeler olarak saptadı:
1. Anadolu tarafında Bandırmamdan Kumla'ya kadar olan bölge.
2. Gelibolu Yarımadası'nın batı kıyılarında Boğaza giriş yerinden, Saroz Körfezi'ne kadar olan bölge.
3. Saroz Körfezi'nde özellikle Bolayır berzahı bölgesi.
Savunma kuvvetlerinin yerleştirilmesi bu esasa göre yapıldı. Çıkartmadan bir gün gün önce durum şöyle idi: Birinci Bölge, Albay Neber'in komutasında 15. Kolordu tarafından savunulacaktı, ikinci ve Üçüncü Bölgelerin savunulması ile Esat Paşa görevlendirilmişti. Düşmanın çıkartma yapacağı umulan bu geniş bölgenin savunma alt kademeleri de şöyleydi:



1. Yarımada kıyılarının savunması Sami Bey komutasında 9. Tümen tarafından yapılacaktı. Tümenin büyük kuvvetleri Maydos'taydı.
2. Bolayır berzahı ile Saros Körfezi savunmasına 5. Tümen memur edilmişti. Tümenin büyük kuvvetleri Kavak'ta bulunuyordu. Gelibolu'da Remzi Bey'in komutasındaki 7. Tümen, 5. Tümeni desteklemekle görevlendirilmişti.
3. Boğazın Avrupa yakasındaki tüm kuvvetler, yedeği olmak üzere Mustafa Kemal komutasında 19. Tümene ayrılmıştı. Bu tümen Maydos'un kuzeybatısında mevzilenmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder