BİR DEĞER OLARAK MISRA VE BEYİT

BİR DEĞER OLARAK MISRA VE BEYİT 
Divan şiirinin şekil mimarisinde mısra ve be­yit en küçük bir nazım birimini teşkil et­tiği gibi tek başlarına da en küçük birer nazım şekli sayılırlar. Batı edebiyatların­da bir şiirin sadece bir parçası durumun­da olmaktan ileri geçemeyen mısra ve beyitler, klasik şiirimizde herhangi bir manzume içinde yer almaksızın müsta­kil bir şiir gibi yazılabilmekle başlı başı­na bir manzume imiş gibi muamele gör­mektedirler. Bir manzumeye tâbi olma­yan, onun bir parçası olmak üzere yazıl­mayan bu kabil mısra ve beyitler hacim­ce ne kadar küçük olursa olsun kendi başlarına bir bütün teşkil ederler.
Bun­lar, bir manzumeyi doldurabilecek bir duygu ve hali tek başına ifade edebile­cek kesafettedirler. Rastgele söyleyiş­ler, manzumelerden kopuk yahut tamamlanmamış şiir parçaları şeklinde kalmayıp divanlarda bunlara özel bir bölüm ayrılacak kadar yer verilir. Bu tip bir mıs­ralık söyleyişlere "mısra-ı âzâde" veya "âzâde" dendiği gibi böyle manzumeden ayrı olarak yazılmış beyitler de "müfred" adını alır. Bunlarda beşerî çapta kuv­vetli ruh halleri ve düşünce tesbitleri, okuyanı bir anda saran ustaca söyleyiş­ler çok defa bir vecize kuvvetinde oldu­ğundan onlar gibi bir yaygınlığa erişir­ler. Bir manzumenin en seçme ve en gü­zel mısraı için söylenen "mısra-ı berceste" veya "berceste" tabiri bu noktada âzâde mısralar için de geçerli olur. Di­van şiirinin asırlar boyunca zihinlerde yaşayan unutulmaz söyleyişlerini çok de­fa bunlar taşımıştır.
Kaside ve gazel gibi, terci-i bend ve terkib-i bend dahil tek kafiyeli yapıdaki şekillerde en küçük nazım biriminin be­yit olmasına mukabil, müşterek bir iç ka­fiye ile her mısraı birbirine bağlanmış olan kıtalardan meydana gelen musammat nazım şekillerinde bu birimi mısra teşkil eder. Ötekilerde beyit nasıl kendi içinde bir bütünlük gösteriyorsa musammatlarda da mısra çok defa aynı vazi­feyi görür.
Divan şiirinin estetik zihniyeti, mısra ve beyitleri bir bütünün alelade parçası olarak görmek yerine onlara şiirin içinde bazı değerler tanır ve buna göre isim­lendirmelerde bulunur. Şiirin bir mısraı hafızalara mal olacak surette dikkat çe­kici bir ifade güzelliği göstermekteyse onu "berceste" diye vasıflandırır. Beyit ise aynı şekilde vasıflandırıldıktan baş­ka şiirin içindeki estetik fonksiyonuna ve kompozisyon durumuna göre çeşitli adlar kazanır. Manzumenin üstüne ku­rulduğu ve ilk çıkış noktası olan, iki mıs­raı da kafiyeli ilk iki mısraı ile sonraki bütün kafiyeleri belirleyen beyit, "doğuş yeri" mânasında matla' adını alır. "Hüsn-i matla'" denilerek de matla' beytini ta­kip eden ve ondan daha güzel olmasına çalışılan beyte işaret edilir. Öte yandan gazel ve kasidenin en güzel beyti "şah beyit" yahut "beytü'l-gazel" ve "beytü'l-kasîde" diye ayrı bir isimle değerlendi­rilir. Şiirin bu gibi estetik duraklarına çevrilen dikkat manzumenin sona erdi­ği, akışının kesildiği beyte "kesim yeri" mânasında makta' adını vermiş, çeşit­li beyitleri için bir dizi terminoloji kul­landığı kasidenin şairin mahlasını taşı­yan beytine "taç beyit" ismini yakıştırmıştır.
Manzumede kendi içinde bir bütün teşkil edişi, tek başına bir eser meyda­na getirecek bir âlem çapında oluşu ile beyit divan şiirinin estetiğine yön verir. Şair, ayrı bir eser sayarcasına her biri üzerinde tek tek çalıştığı, edebî sanat­ların ve ifadenin bütün imkânlarını kul­lanarak işlediği beyte şiirin bütününden daha fazla ehemmiyet vermiş, tek kafi­yenin hakimiyetindeki manzumeyi böy­le bir beyit estetiğiyle kurmuştur.
http://www.markafoni.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder