CAN YÜCEL


1926’da Istanbul’da dogdu. Milli Egitim eski bakanlarindan Hasan Ali Yücel’in oglu. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Cografya Fakültesi’nde Latince-Yunanca okudu. Ögrenimine Ingiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde devam etti. Sair, çevirmen ve radyo görevlisi olarak tanindi. Çesitli elçiliklerde çevirmenlik, Londra’da BBC’nin Türkçe bölümünde spikerlik yapti. 1958’de Türkiye’ye dödükten sonra bir süre turist rehberi olarak çalisti. Ardindan bagimsiz çevirmen ve sair olarak yasamini sürdürdü. Çevirileriyle de taninan Can Yücel, siir alaninda ilk kitabi YAZINA’dan (1950) sonra uzun bir süre biçim arayislariyla oyalandi. Çesitli edebiyat, kültür ve siyasi dergilerde siirleri, edebiyat ve tiyatro çevirileri ile siyasal konularda yazilari yayinlandi. 12 Mart döneminde Che Guevara’nin "Gerilla Harbi" ve "Insan ve Sosyalizm" kitaplarinin çevirisi nedeniyle 15 yil hapis cezasina çarptirildi. 1974 affiyla özgürlügüne kavustu. 12 Eylül sonrasinda müstehcen oldugu iddiasiyla "Rengahenk" adli kitabi toplatildi. Sairligini, siirin külhanca Ayararlanarak siyasal inançlariyla yogurdu. 12 Agustos 1999’da Türkiye onu yitirdi.





AKİS
Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme...
Dudaklarım öpüşmekten mosmor...
Bir putum sanki ilahilerle
denize fırlatılmış
Ve bir deniz yağıyor üstüme
Bakma sen sevgili Teodorakis
Açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!
Avluların o en çakırkeyiflisine
Mısır daneleri gibi serpilmişler ama
Mısır danesi değil ki bu adalar
Ne de biz güverciniz...

Sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden
Çıplak ayaklarımızın su sesleriyle
Birbirimize
Ve kendimize
Bilakis

Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme

AL BİR UZUN HAVA
Çekirgeydi Rasko’nun elindeki güvercin
Rasko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsin!
Çekmisler istor diye muhribin dumanini
Böyle ask, böyle baris, Allah belami versin!
Bugün kitabim verdim tek pedal matbaaya
Bu yol beni götürür saglam Selimiye’ye
Agliyorsam gözyasim iki gözüme dursun
Vermisim ben canimi al-uzun bir havaya

ANAYASASI İNSANIN
Kan yasasi bu insanin:
Üzümden sarap yapacaksin
Çakmak tasindan ates
Ve öpücüklerden insan!
Can yasasi bu insanin:
Savaslara yoksulluklara
Ve binbir belaya karsin
Ille de yasayacaksin!
Us yasasi bu insanin:
Suyu savka döndürüp
Düsü gerçege çevirip
Düsmani dost kilacaksin!
Anayasasi bu insanin
Emekleyen çocuktan
Uzayda kosana dek
Yürürlükte her zaman

ARKAMDAN KONUŞMASINLAR DİYE
Her Donlişotun bir yeldeğirmeni vardır
Benim ki Heybeli’de
Yarı yarıya yıkık
Üstünde
Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle
Kocaman
TÜRKİYE HALK BANKASI
Yazılı
Vallahi billahi de
Beş kuruş almadım o reklam için

ASLANDAN AL HABERİ
Romalilar aslanlara atarlarmis Hiristiyanlari.
O Hiristiyanlar ki
Romalilardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir
düzene
inanmaktan baska suçlari yoktu...
Romalilar oyalamak için issiz yiginlarini
O zamanin gazetesi
Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda
Aslanlara atarlarmis sen gibi ben gibi
Mehmet Turgut gibi insanlari
O Mehmet Turgut ki
Issiz olmaktan baska suçu yoktu
Issiz parasiz evsiz-barksiz
Ve aslanin kafesine girdigini farketmeyecek
kadar uykusuz...
O Mehmet Turgut ki
Libya’ya gitmek için sira bekleyen bir
Kunuri Aslaniydi
Adana’nin Girne yolunda bir lunaparkta
Buldular parçalanmis vücudunu...
Sade Adana’nin Girne yolunda degil
Roma’da da böyle
Oyalamak için issiz yiginlarini
Ve belki de azalsin diye issizlerin sayisi
O zamanin gazetesi
Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda
Aslanlara atarlardi sen gibi ben gibi
Mehmet Turgut gibi insanlari...
Ama Ali adindaki
O kendi de müebbete mahkum aslan
Aslanlar akillaniyorlar mi nedir
Yemedi kardesim yemedi
Kore Gazisi Mehmet Turgut’un gögsündeki
Silver Star nisanini!

BAYRAMLIK
Koyunlar keçiler ve koçlar için
Ne kadar bayramsa Kurban Bayrami
Bu baris var ya, bu baris
Cephedekiler için o kadar baris

BİR ÖLÜM İLANI
Zaten hayalet olan
Gölge yazar Oğuz’un ölümü de
Herhalde kendinden rivayet

Oğuz’un cenazesi mi
Hayret!

Hem o hiç uyumaz ki
Belki de ilk kez oradan
Kendi kendini Türkçeye çevirecek
Yeni dikilmiş bir kalem selviyle
Ya da en eski daktilosuyla gecenin
Yıldızları tuş

BULUŞMAK ÜZERE
Diyelim yagmura tutuldun bir gün
Bardaktan bosanircasina yagiyor mübarek
Öbür yanda günes kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yagmuru
Piril piril düsüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir kosudur kopardin
Dar attin kendini karsi evin sundurmasina
Iste o evin kapisinda bulacaksin beni
Diyelim için çekti bir sabah vakti
Erkenceden denize gireyim dedin
Kulaç attikça sen
Patiska çarsaflar gibi yirtiliyor su ortadan
Ege denizi bu efendi deniz
Seslenmiyor
Derken bi de dibe dalayim diyorsun
Içine dogdu belki de
Iste çil çil kosusan baliklar
Lapinalar gümüsler var ya
Eylim eylim salinan yosunlar
Onlarin arasinda bulacaksin beni
Diyelim sapina kadar sair bir herif çikmis ortaya
Çakmak çakmak gözleri
Meydan ya Taksim ya Beyazit meydani
Herkes orda sen de ordasin
Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarindan
Yürüyelim arkadaslar diyor yürüyelim
Özgürlüge mutluluga dogru
Her isin basinda sevgi diyor
Gözlerin yagmurdan sonra yapraklarin yesili
Bi de basini çeviriyorsun ki
Yaninda ben varim

CİHAT İÇİN CAHİT
Cahit ki bu hasta düzende saglikli bir kanserdi
Cahit ki haksizliga karsi üreyen höcrelerdi.
Yorgun develer gibi çöktügü Dormen sölenlerinde bile
'Siz paranizi, ben kendi kendimi yerim,' derdi.

Cahit zaten azalarak yasayanlardan degil
Çogalarak ölenlerdendi

CANKURTARANLA
Yardin be cancagzim
Yardin sonunda su Beyoglu trafigini
Ilkyardim pamuklariyla
o ölümcül acelenden
Korna çiçekleri açiyor simdi
yaralarinin üzerinde
Ölen yok sen gibi güzel
Sinifsal ecelinden

DEĞİŞİK
Baska türlü birsey benim istedigim,
Ne agaca benzer ne de buluta benzer;
Burasi gibi degil gidecegim memleket,
Denizi ayri deniz, havasi ayri hava;
Nerde gördüklerim, nerde o bekledigim kiz
Rengi baska, tadi baska.

DEĞİŞİM
Ince uzun bir hayvan
Çarpiyor
Çarpiyor
Çarpiyordu kendini taslara.
Cani mi sikiliyor
Can mi çekisiyordu yoksa?
Yok efendim dedi yanimdaki adam
Gömlek degistiriyor yilan
Bu hallerden anlariz dedi az çok
Biz de sinif degismistik bi zaman

EPİGRAM
Marx’in da pek sevdigi bir Latin sözünü animsiyorum
Nihil humanum mihi alienum est
Bu sözün altina ben de imzami basiyorum
Insana iliskin ne varsa kabulüm
Su hümanistler hariç

KÜÇÜK KIZIM SU'YA
Bir derin uykudaydım ölümün içinden
Açtım ki gözlerimi
Bir suyun gölgesi gibi
Kendisi adeta bir suyun
Ayakucunda sen oturuyorsun

Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum!

MARE NOSTRUM
En uzun kosuysa elbet Türkiyede de Devrim,
O, onun en güzel yüz metresini kostu
En sekmez lüverin namlusundan firlayarak...
En hizlisiydi hepimizin,
En önce gögüsledi ipi...
Aciyorsam sana anam avradim olsun,
Ama ask olsun sana çocuk, ask olsun!

MUHABBET
Bir fasulye çimleniyordu
Çiseledikçe yağmur.
Koştum vardım ki yanına
Anlasın ne nimet olduğunu
Sen git yerine! dedi Ayşa Kadın
Böyle kibar erkeyin ayağ’na
Ben kendi ayağ’mnan gelirim

Bu muhabbeti görünce uzaktan
Kıpkırmızı oldu biberiye

Bayram nedir ki dedim kendi kendime
Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye

RAMBRANTIN RESMİ ÜZRE
Karanliklar arasindan bir isin
Bir kadin vucuduna vuruyor
Asagidan yukariya
Yikanmak uzre
Geceligini kaldirmis
Bacaklari bütün kadinlarin
bacaklarindan
Ama o ezele kalacak
O bir isin yüzünden
Aydinlatan yasamimizi
Aydinlatan yalnizligimizi
Bir tek isin
yasasin.

SEVGİ DUVARI
sen miydin o yalnizligim miydi yoksa
kör karanlikta açardik pasli gözlerimizi
dilimizde aksamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat seviciler
derdim günüm insan içine çikarmakti seni
yakanda bir amonyak çiçegi
yalnizligim benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapi meyhanelerine dadandik
önümüzde altinbas altin zincir fasulye pilakisi
aramizda görevliler ekipler hizir pasalar
sabahlari açiklarda bulurlardi lesimi
öyle sicakti ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle oksardin beni
yalnizligim benim süpürge saçlim
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktim gökte bir kirmizi bir uçak
bol çelik bol yildiz bol insan
bir gece sevgi duvarini astik
düstügüm yer öyle açik seçik ki
basucumda bir sen varsin bir de evre
saymiyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnizligim benim çogul türkülerim
ne kadar yalansiz yasarsak o kadar iyi

AKDENİZ YARAŞIYOR SANA
  
Akdeniz yaraşıyor sana
       Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
       Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk havladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
      Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
      O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği 
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım 
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine 
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi 
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer 
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru 
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize 

AY!  AY!  AY!  
 
Şu gökteki ay var ya     
Şu boktan şu yarım ay 
Bakarsan bakarsan bakarsan 
Bi tek sözüme bakıyor benim 
                            dolunay olmak için 
O bana bakıyor 
Ben ona. 
O bana bakıyor 
Ben ona, 
Hepimiz ama 
Hepimiz 
Hepimiz 
Bakıyoruz hep birbirimize 
bakıyoruz hep bakıyoruz 
ADAM olmak için hep  
Ay! Ay! Ay!  
O bana bakıyor 
Ben ona. 
O bana bakıyor 
Ben ona 
Canım yanarcasına 
Ne zaman 
Ama ne zaman olacak bu iş?  
Bakıyorum bakıyorum da aya 
Bakıyorum da ayın ayaklarına 
Yatırmışlar yine Ahmed’i falakaya 

BAHARLA ÖLÜM KONUŞMALARI  
I  
Memelerim koparıyor 
Yüzyıl süren bir yalnızlık 
                           dile gelmişçesine 
Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi! 
Ve ağrıya 
        ağrıya tabi, 
                ağraya 
                    ağraya ağbi...  
Nakkaş Tepe de ancak 
                        bezmimize böyle gelmiştir 
Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle 
Yerbilimsel bir hapisten sonra 
  
II  
İçimdeki karanlığı patlatacağım 
Zifiri bir su akacak 
               kamışımdan toprağa 
Bir kedi yavrulayacak 
                       köpek dişli bir kedi 
Ve böğürtlenler köpürecek ağzından 
Yedikçe 
          kendi 
                 kendini 
                        mayhoş 
Ya da Posta Nazırı dedemden kalma 
Mors’un en morundan bir karga  
Konacak karşıki direğin doruğuna 
Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu 
Ne kadar taşlasan boş 
                    oynamıyor yerinden 
Ben kargadan korkmam ama 
                      bunun gözleri baykuş 
Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak 
Ve ötüyor 
        ötüyor 
             ötecek 
Beni ışığa bağlayan 
               (Bağlayın beni ışığa! 
                Gerin telleri gerin!) 
                beni  ışığa bağlayan 
                             o gelin telleri 
                             o gelin telleri 
                                  kopuncaya dek... 
Akpembe bahar yelkenleriyle 
Güneşin rüzgarına gerilmiş 
                           bir badem ağacı gibi... 
İçimdeki karanlığı patlatacağım 
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla 
                                        ağlaya 
                                             ağlaya 
Yepyeni bir insan 
                pırıl pırıl bir can 
                                 bitecek toprağa...  
  
III  
İki çöpçü geliyordu karşıdan. 
Biri 
     (Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar 
     Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla 
     Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını ) 
Öbürüne 
     (Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o 
     Anavavza gözüyle dünyanın en güzel 
     atlarının neredeyse ineceği e biraz 
     genişçe bir çakır su gibi görüyordu, 
     eminim) 
Eyitti kim: 
     Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa 
     Hiç dinlemez oyumu ona veririm 
  
IV  
Sevda Tepesinde  geçen gün 
Karşıki masanın altında 
İki tane tavuk gördüm 
Toprakla yıkanıyorlardı 
Eşeledikleri çukurda 
İnsanlar için de belki ölüm 
Toprakla bi tür 
Yıkanmaktır diye düşündüm 
  
V  
Üşüyor mu deniz 
                üstüne boşandıkça yağmur? 
Ondan mı dersin 
                tüyleri böyle ürperiyor?  
Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta 
Alı al moru mor bir sandal gibi acaba 
Yıllar sonra yılmayıp yine 
Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine? 
  
VI  
Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de 
Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde  
Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun 
Yamacında bir masa 
Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde  
Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba 
Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı 
“Şunu siliver!” derdi garsona 
“Şu muşambayı siliver, mirim!” 
Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye 
Yine de bu bahar öğlesinde 
Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi 
-İsterse kalpten olsun, isterse- 
Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye 
  
VII  
Ruhum sıkıldıkça, ruhum, 
Mızrapsız bir tambur gibi 
Apayrı bir hava çalıyor vücudum  
Ruhum sıkıldıkça ruhum, 
Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı 
Apayrı bir hava çalıyor vücudum  
Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere! 
Başka yere, başka yere, başka yere!  
Ruhum sıkıldıkça, ruhum, 
Cemil Beysiz bir tambur gibi 
Kendi kendini çalıyor vücudum 
  
VIII  
Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da 
Duvarda bir gedik ilişti gözüme 
Uydurdum gözümü deliğe: 
Bir bahçe 
Bahçe değil bir havuz 
Havuz değil bir bahçe 
Üstü nilüfer kesmiş silme  
O nefti yapraklarıyla gelmiş 
O aksarı çiçeğiyle 
Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe! 
İnsanoğlu beni görsün diye mi? 
Bahçede oysa 
        Bahçedeki bir havuz 
Bir havuz ki bir bahçe 
Ne in var ne cin ne bey ne ağa 
Surları da çekmişler dört bir yanına 
Bizler de varmayalım diye bu uçmağa 
Sade bir garibim yavru kurbağa 
Serilmiş o ortası çukur 
O sal gibi yaprağa 
Yarı suyun içinde 
Yarı yansımış ışığa 
Pırıla pırıl yeşile yeşil 
Rezil mi rezil 
Başladı birden haykırmağa 
Başladı inin cinin ağanın beyin 
Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği 
Çevresine bizler görmeyelim diye 
Surlar çektiği 
O kimsesiz güzele türkü yakmağa  
Şairim ben 
Benim işte o kurbağa 
  
IX  
Hep ölümü çalacak değil a Zangoç 
Bu da 
Sema’yla Asaf’ın kızına 
Hoşgeldin demek için  
Oysa  
Ne kadar 
Ne kadar 
Ne kadar yalnız 
Sanıyordum kendimi demin 
  
X  
Atkestanelerini geçen süvari ışıklar 
Er-erken kaldırmış hanımellerini 
                             tühallah üşüyecekler! 
Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle 
Esen yel! 
Esen yel!  
Kim gördü böyle gül yiyen horoz 
Tanyeri kokuyor sesi... 
Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı 
                    hapiste dolmuş bir şarap şişesi 
Öbür horozlar da ayaklanıyor 
                     merdiven nakışlı ibikleriyle 
Ve balkonlardan sarkarken 
            düşleri bebelerin 
                      bir albayrak yarışı gibi 
Horozlar nev-icad ediyorlar denizi 
Hırsızlar! 
Hırsızlar!  
Ve deniz 
          levent gölgeleriyle Turgut Reis’in 
Bütün bu dizelerden alınıyor 
Bir ala 
       bir mora  kesiyor yüzü 
Esen yel! 
Esen yel!  
Bu sabah  
          bir firardır 
                kan-davasından bir çocuk 
Kuşluk vaktine kalmadan önce 
Güneşin kurşunlarıyla vurulacak  
Ve akşamladı mıydı çamlar 
                             ve karadı mıydı 
Tepelerde 
Tepelerde 
Öyle güzel ki esen yel 
Esen yel! 
Esen yel!  
Bu sabah  
         ve bu bahar 
              bir firardır 
Baruta koşan bir fitil 
İfil 
İfil 
Öyle güzel ki esen yel! 
Esen yel! 
Esen yel! 
Öyle güzel  
Öyle güzel ki 
Esmese de 
Esmese de 
Güzel 
  
XI  
İçimden bir his bırakmıyor  beni ölmeceye. 
İçimden bir his. 
Bir his ki 
Çapraz oturmuş denizin kıyısına 
Taş  
Taş 
Taş 
Derken bir GÜNEŞ! 
Tıpkı Üsküdarda’ki 
Şemsi Paşa Camisi gibi. 
Sen iskeletlerle değil diyor bana 
Sen iskelelerle kuracaksın cesedini 
Ve öyle köpeksin ki sen 
Öldükten sonra bile 
Yılmaz’ın UMUDundaki  
Paytonların ardından 
Koşacaksın hep 
Geleceğe 
Çın 
Çın 
Çın  
Ve karnımın gevşemesine karşın 
Taş..larımdaki tarçın 
Bırakmıyor beni ölmeceye 
Evet diyemiyorum 
Diyemiyorum ki evet 
O hayırlı 
O hayırlı geceye 
  
XII  
Ben de 
    Boğaziçi de bu bahar 
Mavi sakalına erguvanlar takmış 
Sarhoş bir İskele Babası kadar 
Hem delikanlı 
              hem deliler gibi ihtiyar 
  

Bİ DAMLACIK


Duru bir yeşildi ortalık
Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu
Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık,
Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı
Pullarını döküyor üstüme
Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir
Belki de anmak için
                      bi damlacık bir sessizliği


GÜLER YÜZÜMLE


Viran bir rum evi adada oturduğumuz ev
Serinliğine serin
Ferah olmasına ferah ya
Tam bir hakuran kafesi.
Bu deyimi aslına döndürmek için mi nedir
Bir çift de kumru gelip
Yuva yapmış çatısına.
Öyle usturubunla yerleşmişler ki
Çürümüş tahtaların arasına
Dışardan görünmüyorlar hiç.
Yalnız
El-ayak çekildikten sonra
Derinden
Ve civan demlerle demlenircesine
Başlıyor dem çekmeleri

Benim de çökmeye yüz tutmuş
Şu can kafesimde
Kadir sevgilim Güler’e sevgim
ÜSKÜDARA GİDELİM diyor hala
ÜSKÜDARA GİDELİM


KAYIP ÇOCUK 
Birden işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah, 
İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam artık değil mi, dostlar, 
Hatırlamam artık garipliğimi? 
  


MENAPOZ 
  
Yardımı kesildi ya Amerikan Dostluğunun 
Gençler, kendinize mukayyet olun! 
Kime saldıracağı belli olmaz haaa 
Adetten kesilmiş kibar o...punun. 


UKTE  
 
Dünyamın güzeli martılar 
Sizden nasıl da yok yere korkmuşum 
Kaşık Ada’nın orda!  
Dalın üstüme dalın 
Vurun beni, urun 
Denizanası kokan gagalarınızla! 
Ah sizden ben nasıl da yok yere korkmuşum!  
Bilmiyordum ki çünkü 
Ben hem balığım hem kuşum  
Ben ama hala anlayamıyorum ki 
Bunca zaman niye sizden ayrı oturmuşum  


VE KOMİSER KOLOMBO

                                                Haldun Taner’e  


Vay hafiye rüzgar vay!
Sıcakların nereye taşındığını
                efendice tahkike yanaşmış
Hafiften zatülcenp muşambasıyla
Havadan sudan
       dereden tepeden
       hoşbeşti derken
               sabah beri
Yaprak izlerini alıyor çınarın
Yandın çavuş yandın!

Böyle bir sonbahar iptidasında
Tutuklanmıştı zavallı Amerika’da

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder