MENÂKIBNÂME



Velîlerin daha çok kerametlerinin anlatıldığı eserlerin genel adı.
Sözlükte "Övünülecek güzel.iş, hareket" mânasına gelen menkabe (menkıbe) ke­limesinin çoğulu olan menâkıb bu anla­mıyla ilk defa, III. (IX.) yüzyıldan itibaren yazılan hadis kitaplarında Hz. Peygam­berin ashabının faziletlerine dair hadis­leri ihtiva eden bölümlerin adı olarak (Kitâbü'l-Menâkıb) kullanılmaya başlanmış­tır. Menâkıb kelimesinin ayrıca halifeler,[1036] bir kabile ve­ya soy [1037] mezhep imamları [1038] hakkında yazılan eserlerle kutsal şehirleri tasvir eden metinlerin [1039] adında hadis kitapla­rındaki gibi "fazilet" mânasında geçtiği görülmektedir.
Tasavvufun III. (IX.) yüzyıldan sonra İs­lâm dünyasında yaygınlık kazanmasıyla birlikte menkıbe kelimesi sûfîlerin hik­metli sözlerini ve örnek alınacak faziletli davranışlarını ifade etmek için kullanıl­maya başlanmış, bu alanda III. (IX.) yüz­yılda kaleme alınan Tabakütü'ş-şûîiyye (Sülemî), Keşiü'l-mahcûb (Hücvîrî), er-Risâle (Kuşeyrî) gibi tasavvuf? eserlerde Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdadî, Ebû Hafs el-Haddâd gibi sûfîlerin hikmetli sözlerine ve faziletli davranışlarına yer ve­rilmiştir. Ayrıca Târihu Bağdâd, Târîhu Buhara gibi bölge ve şehir tarihlerinde buralarda yetişen sûfîler hakkında bilgi verilirken onların menkıbelerine temas edilmiştir. V. (XI.) yüzyıldaitibaren Kâ-diriyye ve Rifâiyye gibi ilk büyük tarikat­ların teşekkül etmesiyle birlikte menkıbe­nin muhtevasına "keramet" kavramı da eklenmiş, Abdülkâdir-i Geyiânî. Ahmed er-Rifâî gibi tarikat pirleri velîler için ve­fatlarının ardından yazılan eserlerde gös­terdikleri kerametlerin anlatılmaya baş­lanmasıyla menkıbe kelimesi giderek ke­rametle aynı anlamda kullanılır olmuş, böylece bir tasavvufîtür olarak menâkıb metinleri (menâkıbnâme) ve menâkıb yaz­ma geleneği ortaya çıkmıştır. Sûfî olma­yan müelliflerden Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cev-zî'nin Hz. Ömer, Ömer b. Abdülazîz, Ha-san-ı Basrî ve Ahmed b. Hanbel'in biyog-rafıleriyle ilgili Menâkıb adlı eserleri ya­nında Ma'rûf-i Kerhî'ye dair onun kera­metlerini de anlattığı kitabına Menâkıb adını verdiği, Muhammed b. Münevver'İn Ebû Saîd-i Ebü'l-Hayr'a dair menâkıbının Esrârü't-tevhîd fî makümâti'ş-Şeyh Ebî Sacîd, Abdülkerîm b. Muhammed er~Râ-fiî'nin Ahmed er-Rifâî'ye dair menâkıbı­nın Sevâdü'l-^ayneyn fî menâkıbi'l-ğavş Ebi'I-'Alemeyn, Şattanûfî'nin Ab­dülkâdir-i Geylânî'ye dair menâkıbının Behcetü'l-esrâr adını taşıdığı, böylece bu dönemde tasavvuf! çevreler dışında da menâkıb yazıldığı, tasavvuf çevrelerinde kaleme alınan menâkıb niteliği taşıyan eserlere başka adlar da verildiği görül­mektedir. Menâkıb kelimesi sonraki dö­nemlerde sadece tasavvuf! nitelik taşıyan menâkıb kitapları için kullanılmış, VI. (XII.) yüzyıldan itibaren tasavvufun tarikatlar şeklinde örgütlenip İslâm dünyasında yaygınlaşmaya başlamasından sonra he­men her tarikatın pîri, tarikatın tanınmış şeyhleri veya genellikle sûfîler hakkında menâkıb kitapları yazılmıştır. Menâkıb adı dışında ayrıca "tezkire" ]"reşehât ,"makâmât   "nefehât"  gibi farklı isimler de verilmekle birlikte menâkıb niteliği taşıyan eserlerin yazılmasına gü­nümüze kadar devam edilmiştir.
Temel unsuru keramet ve onu göste­ren velîlerin yüceltilmesi olan menâkıb kitapları başlangıçta sadece tarikat pîr-leri için yazılmış, zamanla muhtevası ta­rikat içinde önemli yere sahip şeyhleri, tarikatın silsilesinde yer alan diğer sûfile-ri ve şeyhin halifeleriyle şeyh ailelerini de içine alacak şekilde genişletilmiştir. Ayrıca bir bölge veya şehirde yaşayan velîlerin menkıbelerinin anlatıldığı Menâkıb-ı Ev-liya'-i Mısır, Tezkire-i Evliyâ^-i Bağ­dâd, Menâkıb-ı Evliyâ'-i Bağdâd gibi eserler kaleme alınmıştır.
Osmanlı devrinde padişah, sadrazam, vezirlerin hayatlarına ve kahramanlıkla­rına dair yazılan eserlere de [1043] menâkıb adı verilmiştir. Yahşi Fakih'in ilk Osmanlı tarihi olarak kabul edilen kitabı Menâkıbnâme adını taşımaktadır. Ancak bu eserlerin yukarıda anlatılan türü ifade etmediği açıktır.
Evliya menkıbeleri masal, efsane ve destan gibi olağan üstü olayların anlatıl­dığı edebî türler içinde değerlendirilmek­le birlikte konularının gerçek ve kutsal kişiler (velîler) olması, bunların yaşadıkları zaman ve mekânın bilinmesi, anlatılan olayın gerçek olduğuna inanılması, sade bir üslûpla yazılmış olmaları itibariyle di­ğer türlerden ayrılır. [1044]Menâkıb kitapları, kerametleri nakledi­len velînin yüceliğini müridlere anlatarak onun tarikata daha sıkı şekilde bağlan­masını sağlamak, tarikata yaygınlık ka­zandırmak amacıyla genellikle o tarika­tın mensuplarından biri tarafından sözlü gelenek ve yazılı kaynakların derlenme-siyle meydana getirilir. Bir tek velîyi [1045] veya bir tarikata men­sup velîleri [1046] anlatan menâkıblar yanında fark­lı dönemlerde yaşamış çeşitli tarikatlara mensup velîleri [1047] anlatan menâkıbnâme ni­teliğinde kitaplar da vardır.
Bu tür kitaplara Türk kültüründe genel­likle menâkıbnâme adı verilmiştir. Ayrıca "tezkire" [1048] "kerâmât" [1049] ve "vi-lâyetnâme [1050] kelimeleri de menâkıbnâme yerine kulla­nılmıştır. Kahramanların hayat ve mace­ralarından, olağan üstü kuvvetlerinden bahseden Battalnâme, Dânişmendnâ-me, Saltuknâme gibi dinî-destanî eser­leri de menâkıbnâme türü içinde değer­lendirenler vardır. Bu bağlamda V. (XI.) yüzyılda telif edilen ve Karahanlı Hüküm­darı Satuk Buğra Han'ın hayatını anlatan, ancak asıl nüshası günümüze ulaşmayan Tezkire-i Satuk Buğra Han'ın, kahra­manı olan hükümdarın kerametler gös­teren bir velî hüviyetinde olması ve eser­deki menkıbelerin tam anlamıyla birer evliya menkıbesi özelliği taşıması sebe­biyle ilk Türk menâkıbnâmesi sayılabile­ceği belirtilmektedir. Tasavvufun yanı sıra samanların ruh ve cinlerle mücadeleleri­ni, öbür dünyaya gidip gizli güçlerle te­mas kurmalarını anlatan hikâyeleri ihti­va eden eski Türk efsane ve destanlarıyla Orta Asya'da Türkler ve bilhassa Uygur­lar arasında kabul gören Budizm'deki ola­ğan üstü güçlere sahip "aziz" telakkisi, ayrıca İslâmiyet'i yaymaya çalışan İranlı mutasavvıfların tasavvuf kaynaklarındaki menkıbeleri Türkler'e nakletmeleri, yeni müslüman olan Türk çevrelerinde evliya menkıbelerinin teşekkülünde ve yaygın­laşmasında etkili olmuştur.
Türkler arasında Tezkire-i Satuk Buğ­ra Han'dan sonra İlk olarak Türkistanlı mutasavvıf Hoca Ahmed Yesevî ile İlgili menâkıbnâmeler yazılmıştır. Bunlardan en eskisi Siğnâkî'nin (ö. 71 l/l 3111?|) Ah­med Yesevî'nin hayatını, şahsiyetini ve halk arasında yaşayan rivayetleri anlatan Menâkıb-ı Ahmed Yesevî adlı eserdir.[1051] Sadreddin Konevî, Mevlânâ Celâieddîn-i Rûmî, Ev-hadüddîn-i Kirmanı, Fahreddîn-i Irâki, Necmeddîn-i Dâye gibi sûfîlerin yaşadığı, önemli tasavvuf! eserlerin telif edildiği Anadolu Selçukluları devrinde birçok me-nâkibnâme yazılmıştır. Bunlardan ikisi dönemin Önemli ismi Mevlânâ ve ailesi hakkındadır. Birinci eser Feridûn-i Sipeh-sâlâr'ın Mevlânâ'dan, babasından, hocala­rı ve müridlerinden bahseden Risâle-i Si-pehsâlâr be Menâkıb-ı Hazret-i Hü-dâvendigâr. İkincisi VIII. (XIV.) yüz­yılda Ahmed Eflâkî tarafından kaleme alman Menâkıbü'l-Cârifînd . Mevlânâ'nın torunu Arif Çelebi'nİn müridi olan Ef­lâkî şeyhinin isteği üzerine yazdığı ese­rinde Mevlânâ'dan, hocalarından ve hali­felerinden bahsetmiştir.
VII. (XIII.) yüzyılda Abdülkerîm b. Şeyh Musa'nın Konya ve Akşehir civarında ya­şadığı bilinen Seyyid Harun'a dair Menâkıb-ı (Makâlât-ı) Seyyid Hârûn-ı Velî, Sadreddin Konevî hakkındaki Menâkıb-ı Sadreddîn-i Konevî, Baba İlyas ve Hacı Bektâş-ı Velî ile görüştüğü bilinen Mahmûd-ı Hayrânî'nin menkıbelerinin top­landığı, günümüze ulaşmayan Menâkıb-ı Seyyid Mahmud Hayranı ile Amasya ve Tokat civarında yaşadığı bilinen Seyyid Ahmed-i Kûçek Rifâî adına yazılan menâ-kıbnâme ve Gülşehrf nin Kerâmât-ı Anî Evran'ı da bu döneme ait eserlerdir.
Anadolu beylikleri zamanında menâkıb nâme türü eserler yazılmaya devam et­miş. Elvan Çelebi, Baba İlyas, Dede Gar­kın ve Âşık Paşa'nın menkıbelerinden bahsettiği önemli eseri Menâkıbü'1-kud-siyye fî menâsıbi'-l ünsiyye'yi, Hatîb-i Fârsî de Kalenderîliğin pîri Cemâleddîn-i Sâvfnin hayatını ve menkıbelerini anlat­tığı Menâkıb-ı Cemâleddîn-i Savfyi bu devirde yazmışlardır.
Osmanlı döneminde farklı türde menâ-kıbnâme Örnekleri görülür. Battalnâme ve Dânişmendnâme türünün son halkası olan Ebülhayr Rûmî'nin Saltuknâme's'ı bu devirde kaleme alınmıştır. Ebülhayr Rûmî, Cem Sultan'ın emriyle 1480'Ierde yazdığı Saltuknâme'de San Saltuk'un Rumeli'nin fethinde gösterdiği kahra­manlıkları ve olağan üstü güçlerle müca­delelerini anlatmaktadır.
"Vilâyetnâme" adı verilen Bektaşî menâkıbnâmeleri IX. (XV.) yüzyılın son çeyre­ğinde ortaya çıkmıştır. Uzun Firdevsî ta­rafından yazıldığı tahmin edilen ve Hacı Bektâş-ı Velî'nin hayatını, devlet adamları ve âlimlerle ilişkilerini, Sulucakarahö-yük'e yerleşmesini ve ölümünü anlatan Vilâyetnâme-i Hacı Bektaş Velî bu tü­rün en tanınmış örneğidir. Vilâyetnâme-i Abdal Mûsâ, Vilâyetnâme-i Seyyid Ali Sultan, Vilâyetnâme-i Sultan Şücâeddin, Vilâyetnâme-i Otman Baba ve Vi­lâyetnâme-i Koyun Baba Bektaşî gele­neği içinde ortaya çıkan diğer menâkıb­nâmeler arasında zikredilebilir.
IX.  (XV.) yüzyılda Anadolu'da tarikatla­rın iyice yayılmasına paralel olarak me-nâkıbnâme yazımında belirgin bir artış görülmüştür. Şeyh Bedreddin Simâvî'nin torunu Halîl b. İsmail'in Şeyh Bedreddin'e yönelik iddialara cevap niteliği taşıyan Menâkıb-ı Şeyh Bedreddin îbn Kâdî İsrail'i, Fâtih Sultan Mehmed döneminin Halvetî şeyhlerinden Kemal Ümmrnin ha­yatının anlatıldığı. Âşık Ahmed tarafından kaleme alınan Menâkıb-ı Kemal Vmmî, Emîr Sultan Tekkesi postnişinlerinden Yahya b. Bahşî'nin yazdığı Menâkıb-ı Emîr Sultan (Menâkıb-ı Cevahir) XV. yüz­yıla ait önemli eserlerdir.
X. (XVI.) yüzyılda Emîr Sultan adına Ni'-metullah Efendi, Mehmed Şevki, Senâî Çelebi ve Zeynelâbidîn b. Hacı Kasım ta­rafından dört ayrı menâkıbnâme kaleme alınmıştır. Muhyî-i Gülşenî'nin Menâkıb-ı İbrahim Gülşemsı, anonim Menâkıb-ı Şeyh Saüyyeddm-i Erdebilî, Enîsî'nİn Menâkıb-ı Akşemseddin'l, Menâkıb-ı Kaygusuz Baba, Hoca İbrahim'inMenâ-kıb-ı Pîrî Baba'sı, Vâhidî'nin Menâkıb-ı Hâce-i Cihân'ı, Hâzinfnin Cevâhirü'l-ebrâr' XVI. yüzyılda yazılan diğer Önemli menâkıbnâmelerdir.
XI-XII. (XV11-XVIII.) yüzyıllarda kaleme alınan menâkıbnâme sayısında büyük bir artış görülmektedir. Anonim Menâkıb-ı Şeyh Üttâde, Ömer Fuâdî'nin Menâkıb-ı Şeyh Şa'bân-ı VeJfsi, Şeyh Lutfî'nin Ni-yâzî-i Mısri'ye dair Tuhîetü 'î-asrî fî me-nâkıbi'l-Mısrî'sı, Abdürrezzak Efendi'-nin Tuhtetü'l-ahbâb iîMenâkıbı Şeyh Ve/d'sı ve Menâkıb-ı Emîr Buhârî'sı, Hasîb Üsküdârî'nin Menâkıb-ı Şeyh
Mehmed EminTokadî'si, İbrahim Has'ın Şeyh Karabâş-ı Velî'nin halifesi Hasan Ün-sî'nin menkıbelerinden bahseden Menâ-kıb-ı Ünsî Hasan Eîendi'sİ, Mehmed Dâfnin Beşiktâşî Yahya Efendi'ye dair me­nâkıbı bu dönemde yazılan eserlerden bazılarıdır. XVII ve XVIII. yüzyıllarda aynı tarikata mensup velîlere dair tarikat menâkıbnâmeleri de kaleme alınmıştır. Bu türün başlıca eserleri şunlardır: Münîrî Belgradî, Silsiletü'l-mukarrebîn ve menâkıbi'l-müttekin; Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye ez-Lemeât-ı Ulviyye; Yûsuf Sinan Efendi, Menâkıb-ı Şerîf ve Tari-katnâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Haîveüyye; Sâkıb Dede, Sefî-ne-i Nefîse-î Mevieviyyân; İsmail Hakkı Bursevî, Silsilenâme-i Celvetiyye; Şeyh Mehmed Nazmı, Hediyyetü'l-ihvân. Osmanlı döneminde Anadolu dışında özel­likle İran sahasında Nakşibendiyye ve Kâ-diriyye gibi tarikatlar faaliyet göstermiş, bu tarikatlara mensup şeyhler hakkın­da Kâşifî'nin Reşehâfı başta olmak üze­re menâkıbnâmeler kaleme alınmıştır.[1052]
Türk tarihçilerinin büyük çoğunluğu menâkıbnâmeleri olağan üstü olaylarla dolu, gerçekle ilgisi bulunmayan eserler olarak gördüğünden bunları tarihî kay­nak olarak kabul etmemiştir. Avrupa'da ise hıristiyan azizlerinin hayatına dair eserler eski dönemlerden itibaren yay­gın biçimde kullanılmış, özellikle XIX. yüz­yıldan sonra bu tür kitaplar "hagiographie" adı altında toplanmış, dikkatli bir tenkitten geçirilerek din, tarih, sosyoloji gibi alanlarda istifadeye sunulmuştur.
Türk tarihçiliğinde evliya menâkıbnâ-melerini bu anlamda ilk defa M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Muta­savvıflar adlı eserinde Ahmed Yesevî ile ilgili bölümü yazarken kullanmıştır. Köp­rülü, daha sonra Anadolu Selçuklu Tari­hinin Yerli Kaynaklan" adlı makalesinde [1053]menâkıbnâmelerden tarihî kay­nak olarak faydalanılmasının gereğinden bahsetmiş, onun ardından Zeki Velidi To-gan, Abdülbaki Gölpınarli, Orhan Köprü­lü, Agâh Sırrı Levend ve Ahmed Yaşar Ocak bu eserlerin tarih bakımından öne­mini ortaya koymuştur.
Menâkibnâmelerden faydalanmak su­retiyle bazı tarihî olay ve şahsiyetler hak­kında diğer kaynaklarda rastlanmayan bilgilere ulaşmak mümkündür. Menâkıb­nâmeler ayrıca dönemin ekonomik, sos­yal, kültürel, dinî özelliklerine, gelenek ve göreneklerine dair çok zengin malzeme ihtiva etmektedir. Zeki Velidi Togan. Bahâeddin Nakşibend'İn menkıbelerinden hareketle o devirde Çağatay emirleri ara­sındaki mücadele ve entrikalar, kıtlık do­layısıyla yükselen ekmek fiyatları ve "adlî" adı verilen Hârizm dinarının kullanılması hakkındaki bilgilere ulaştığını belirtmiş­tir.[1054] Menâkıbü'l-'âri/in'den, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'­nin Selçuklu ve Moğol hükümdarlanyla münasebetleri, Baycu ve Geyhatu'nun Konya'yı tahrip etmeleri, dervişlerin ya­şantıları, Selçuklu-Moğol ilişkileri, Mev­levîliğin Bektaşîlik ve diğer tarikatlarla, Mevlânâ'nın torunu Arif Çelebi"nin Saruhanoğulları ile münasebetleri gibi pek çok konuda bilgi sahibi olmak mümkündür. Vilâyetnâme-i Koyun Saba'dan Osman­cık merkezli olmak üzere Orta Anadolu'­daki halkın sosyal ve ekonomik durumu, inançları, şeyhin Fâtih Sultan Mehmed ve 11. Bayezid ile ilişkileri, Vüûyetnâme-i Otman Babadan Balkan fetihleri, Vilâ­yetnâme-i Abdal Musa'dan Teke yöre­sindeki Türkmenler'in hayat tarzları, inançları, içlerinde yaşattıkları İslâm ön­cesi Türk dönemine ait İzler, Bektaşî me-nâkibnâmelerinden eski Türk gelenek ve görenekleri, diğer dinlerin Bektaşî me-nâkıbnâmeleri üzerine etkileri hakkında orijinal bilgiler edinmek mümkündür.
kaynak:diyanet ans.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder