gülşehriBugünkü bilgilerimize göre XIV. asrın en eski şairidir. XIII. asrın sonunpa ve XIV. asrın başında yaşamıştır. Kaynaklarda hayatına dair pek az bilgi vardır. 717/1317′de kaleme aldığı Mantıku’t-tayr’da geçen bazı beyitlerden onun Kırşe­hir’de zaviye sahibi, müridi çok ve bütün şehir halkınca tanınan, evinde her/ge­ce sema yapılan, saygıyla eli öpülen meşhur bir şeyh olduğu öğrenilmektedir. Mutasavvıf bir şair olan Gülşehrî, nazım tekniğine hâkim, dili ve aruz veznini iyi kullanan yüksek derecede bir sanatkârdır. Nitekim Gülşehrî hem döneminde hem de XV. asırda üstat olarak kabul edilmiş, birçok eserde adından saygıyla bahse­dilmiştir.
Feridüddîn-i Attâr’ın aynı isimdeki eserini esas alarak meydana getirdiği, vahdet-i vücut inancını işleyen alegorik bir mesnevîdir. Mantıku’t-tayr,Türk di­liyle Farsçadan daha güzel bir eser yazılabileceğini ortaya koyma amacıyla kale­me alınmıştır. Attâr’ın eseri gibi aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazı­lan mesnevinin beyit sayısı nüshalara göre 4931 ile 5029 arasında değişmektedir. Gülşehrî, eserine tevhid mahiyetinde bir manzume ile başlar. 17 beyitlik bu bö­lümü, manzumenin bir tahlili olan “Hüdhüd ii kuşlar u sîmurga misâl İ’Akl u halk u Tanrı oldı zü’l-celâl” bey tiyle bitirir. Daha sonra “İbtidâ-i Dâstân-ı Sîmurg” başlığı altında kuşların padişahı olduğuna inanılan ve Kaf dağının arka­sında yaşayan Sîmurg’un özellikleri belirtilerek hikâyeye başlanır. İsimleri zik­redilen bülbül, tûtî (papağan), tavus, hüma, bat (kaz), şehbâz (doğan), kebk (kek­lik) ve bûm (baykuş) ile zikredilmeyen diğer kuşlar padişahlarını bulmak için toplanırlar. Bunlar içerisinde hüdhüd de vardır. Hüdhüd, kuşlara Tanrı ‘nın haber­cisi olduğunu, yaradılışın sırrını bildiğini, Hz. Süleyman’ın yoldaşı olup onunla bütün âlemi dolaştığını bunun için kendisinin ardından gelmeleri hâlinde Kaf da­ğının ardındaki padişahları, sîmurga ulaşabileceklerini söyler. Ancak yol uzun ve zahmetli olduğu için kuşlar, hüdhüde çeşitli sorular sorarak özür dilerler.


Gülşehrî Attâr’ın eserindeki esas konuya sadık kalmakla beraber; onun ese­rinde geçen bazı manzumeler ile bazı kuşların özürleri ve hüdhüdün onlara ver­diği cevapları ve hikâyeleri çıkararak eserine almamış,Attâr’ın eserinde olmayan bazı hikâyeler ile kuşların özürleri ve hüdhüdün onlara verdiği cevapları ise ese­rine eklemiştir. Gülşehrî, Attâr’ın eserini Türkçeye aktarırken onda geçen birçok hikâyeyi çıkarmış, sadece yedi hikâyeyi eserine almıştır. Tespitlerimize göre; şa­ir eserinde geçen hikâyelerden dördünü
 Mesnevî’den, birini Kelîle ve Dimne, Gü­listan ve Lema Vî/’tan almıştır. Bundan dolayı eser telif özelliği taşımaktadır. Gül­şehrî eserinin çeşitli bölümlerinde kendi dönemini eleştirmesi, devrine ait bilim­leri sayması, eserinde yer yer tabiat ve bahar tasvirlerine yer vermesiyle Attâr’dan ayrılmıştır. Gülşehrî eserinde hiçbir yerden almayıp kendisinin yazdığı Altı Erenler Hikâyen başlığını taşıyan bir hikâyeye de yer vermiştir.Hüd­hüd, soru soran bütün kuşlara cevap verir. Kuşlar hüdhüdün ardına düşerek yola çıkarlar. Yolda bitkin bir hâle düşen kuşlar, tekrar hüdhüdün etrafında toplanıp, yola devam için şüphelerinin giderilmesini isterler. Hüdhüd yine her birinin so­rularına tek tek cevap verir. Önlerinde “istek, aşk, marifet, istiğna, tevhid, hayret ve fakr u fena” ismi verilen yedi vadi daha bulunduğunu, bunları geçince sîmur­ga ulaşacaklarını söyler. Kuşlar tekrar yola koyulurlar, ancak bazısı yolda kalır, bazısı yem bulmak için yere iner, bazısı da açlıktan ölür. Böylece kuşların çoğu telef olur ve ancak otuzu aradığı padişahın bulunduğu yere ulaşabilir. Karşıları­na çıkan saraya, sîmurgu görmek için girdiklerinde kendilerinden başka kimse­nin olmadığını görürler. Nihayet sîmurgun kendilerinden, kendilerinin de ondan başka bir şey olmadığını anlarlar. Gülşehrî eserinin sonunda telif tarihini (717/1317), adını ve yazılış sebebini açıklamıştır.
Devrine göre bilinçli bir şekilde Türkçe sade bir dil kullanan ve zengin bir muhayyileye sahip olan Gülşehrî’nin bu eserinin itinalı ve canlı bir anlatıma sa­hip olduğu görülmektedir. Eserde hissedilir bir lirizmin bulunduğu, en mücerred ahlâkî nasihatleri verirken bile müellifin okuyucuya bediî bir heyecan verdiği de müşahede edilmektedir. Müjgan Cunbur, Mantıku’t-tayr’m beş yazma nüshası­na dayanarak eser ve müellifi üzerinde bir doktora çalışması yapmıştır.